Yaşayan Değer Kavramı Üzerine Bir Deneme

Değer, ders kitabına yazılıp çocuğa aktarabileceğimiz, en azından sadece bu yöntemle çocuklarımıza aşılayabileceğimiz bir kavram değildir. Değer, bilimdense ilim sözcüğüne yakındır. Ailesinde yalana şahit olan çocuğa hiçbir kitap veya eser bir değer olarak dürüstlüğü aşılayamaz.  Değer, ailede yaşanan bir kavramsa yaşaması yaşatılması mümkün olabilir.

Bir komşumun arabada çocuğuna, “Yolda polis var, kemerimizi takalım. Ceza yazıp paramızı almasın!” diye nasihatte bulunmasına şahit oldum. İşte üç saniyede değer eğitimi, hem de yavrusunu gözünden sakınan, onu pamuklara saran anasının öz dilinden. Bu sohbetin amacı bu olmasa da satır arası okuması ve değer aktarımı sanırım şöyle:

*Otorite yoksa kurallara uyman gerekmez.

*Maddiyat en önemli değerdir. (Çünkü canından önce geliyor.)

*Paramız senin can güvenliğinden daha önemlidir.

*Aslında bu geminin kaptanı sensin, ben de seni bir şekilde ikna etmesi gereken önemsiz kişiyim!

Eğitim ailede başlar. Oysa biz konaktan apartman dairesine geçerken, nine ve dedelerimizin tecrübelerini, dillerini, kültürünü ardımızda bıraktık. Bahçede aşık atmayı, bir gülü koklamanın mutluluğunu, tandır başında masal dinlemeyi unuttuk. Yanımıza alamayıp ardımızda bıraktıklarımızla daha modern, daha insan olamadık. Ellerinde telefon, tek kişilik kalabalık hayatlarına dalan ana babalar olarak değerlerimizden kopuk bireyler yetiştirmeye, üretmeden tüketmeye mahkum olduk.

Ama hayat öğretir. Toprağın, suyun, atanın değerini öğretir. Keşke ninemden ekmek yapmayı, dedemden tohum ekmeyi öğrenseydim diyen çok oldu pandemi sürecinde. Oysa ne kolaydı markette hepsinin hazırına konmak. İşte gün gelir atanın sözünün, bilgisinin, görgüsünün değerini anlatır hayat. Öyle bir öğretir ki internetten en çok alınan şey toprak olur. Saksıda dahi olsa bir dal taze biber yetiştirmek için.

Abideler ve diğer pek çok abidevi eser günümüz gençliğine onların anlayacağı dil ile anlatılmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Wilhem Thomsen’in “Orhun Yazıtları” adlı eserini milli mücadele sürerken okuduğu, pek çok kelimenin altını çizdiği bilinmektedir. Tarihimizi kendi kaynağından okuyunca Batılıların yanlış tarih yorumlarına karşı Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasını istemiştir.  “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” söylemi de bu bağlamda mânidardır. Bilge Kağan’ın “Ey Türk Budunu” hitâbının altını çizerek not düşer: “Büyük nutuk böyle bir ifade ile hitam bulacaktır.” İşte asırlar sonra bir Türk çocuğu abidelerden alması gereken ilhamı ve dersleri alarak kurtuluşa yürümüştür.

Bugünün hastalığına reçete yine köklerde mahfuzdur. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki hiçbir çocuk, anne, baba, kardeş, dede ve ninesiyle göz göze diz dize vakit geçirmeyi bilgisayar başında olmaya tercih etmiyor. Öncelikle biz değerlerimizi hatırlamalı ve çocuklarımıza sıcak ve kek süt kokulu akşam oturmaları, masallı uykular, nineli dedeli baklavalı börekli bayramlar hediye edin. Olduğumuz gibi görünüp, göründüğümüz gibi de olmayı salık verin. Sahtelik ve sahtekârlık evden sokağa, sokaktan şehre, şehirden ülkeye yayılmasın, yayılmamalı.

Biz, öyle kadim bir kültürün evlatlarıyız ki kimseye benzemez ve kendimizi kimseye benzetmeyiz.  Biz sadece ama sadece kendimize benzeriz. En büyük övünç kaynağımız da her zaman bu olacaktır. Zira, fıtrat değişir sanmayalım, bu kan yine o kandır!

Bilgehan Öğretmen

Şubat/2025